35,1761$% -0.01
36,7640€% 0.01
44,4039£% 0.28
2.615,37%-0,70
10.025,47%0,77
3295710฿%-1.12747
İzmir Ticaret Tarihi Müzesi, ticaret ve kültürün birbirlerini tamamlayan iki önemli olgu olduğu düşüncesiyle ilk olarak ‘Özel Koleksiyonerlik Belgesi’ ile 2003 yılında yolculuğuna başladı. 2008 yılında ise ‘Özel Müze’ statüsüne kavuşarak İzmir’in ticaretteki tarihsel başarısının binlerce yıla dayanan geçmişini ziyaretçilerine sunmaya devam ediyor. İzmir Ticaret Odası binasının eksi birinci katında bulanan müze, Türkiye’de kurulan ilk ticaret müzesi olma özelliği ile ön planda. Arkeolojik ve etnografik eserler olarak iki ayrı bölümde sergilenen eserler, şehrin ticari anlamda tarihsel etkinliğini gözler önüne seriyor. Zaten İzmir’in binlerce yıllık tarihi söz konusu olduğunda zihnimizde beliren İyonya Dönemi de, yaşanan gelişmelere tarihsel bir bakış sunmayı beraberinde getiriyor. İzmir Ticaret Tarihi Müzesi Ticaret antik dönemden günümüze yaşanan önemli gelişimini ve etkinliğini korurken; son dönemlerin önemli gündem maddeleri olan iklim değişikliği, göçler, krizler, eğitim ve sınırlar gibi kavramlar da dünyayı oldukça etkileyen faktörlerdir. Peki, bu kavramların tarihsel varlığına baktığımızda neler görmekteyiz? Bu gelişmelerin arkeoloji bağlamında incelenmesi turizm sektörünün ilerleyişi açısından oldukça önemlidir. Tüm bu sorulara bir arkeolog bakış açısıyla bakmak için, İzmir Ticaret Tarihi Müzesi Yönetmeni Dr. Ayşegül Selçuki Uysal ile birlikteyiz. Müze ve Arkeolojik Hizmetleri Yönetmeni Dr. Ayşegül Selçuki Uysal İzmir Ticaret Tarihi Müzesi Yönetmeni, Arkeolog Dr. Ayşegül Selçuki Uysal 2003 yılından beri çalışmalarıyla müzeye katkı sunmaktadır. Bir yandan birçok uluslararası projeler yürütürken bir yandan da çocuklara kültürel miras kavramının önemini aşılamak için yaratıcı drama atölyeleri gerçekleştiriyor. Kendisiyle birlikte müzeyi gezdikten sonra günümüzdeki önemli gündem maddelerinin arkeoloji ve turizm dünyasına olan etkilerini konuştuk. İklim değişikliği ve küresel ısınmanın sürdürülebilir turizme olan etkileri nelerdir? Birçok arkeolog ‘Antroposen Çalışmaları’ adını verdikleri aktivizmi sürdürmekte. Siz bu değişimin arkeolojiye ve kültürel mirasa olan etkilerini eserlerin korunması bağlamında nasıl değerlendirirsiniz? İklim değişikliği birebir çalıştığım bir konu değil ancak tüm alanları tehdit eden bir konu. Ben tabii Ören yerlerinin iklim değişikliğiyle ilgili olan problemlerine değinmek istiyorum. Özellikle alanların fiziki olarak korunması, çıkan eserlerin korunması (bazı eserler müzeye taşınabiliyor ama bazıları taşınamıyor). Benim fikrimce yapılması gereken çalışmaların başında bu gelmektedir (Ören yerlerinde kalan eserler). Çünkü müzelerde biz çok dikkat ediyoruz. Burası ticareti anlatan etnografik eserlerin olduğu bir müze ancak daha büyük müzelerde camekanların içinde ‘iklimlendirme’ çalışmaları yapılıyor. Nemi, sıcaklığı, soğukluğu ayarlıyorsunuz. Eserin yılına, durumuna göre ihtiyacı olan ortam sağlanıyor. Ben bunu somut kültürel miras alanlarında da yapılması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bizdeki koruma ne yazık ki çatı yapmaktan ibaret (Örneğin Göbekli Tepe’deki korumalar). Güneş, yağmur, çamur, kar… İklim koşulları katlanarak bizi zorluyor. İklim değişmesinde, antik alanlara yönelip koruma anlamında eğilim gösterilmesinin taraftarıyım. Eskiden bir çatı yapmak yeterliydi ama artık yeterli değil. Arkeolojinin mottosu KORUYAMAYACAKSANIZ KAZMAYIN. Koruyamayacaksanız, hakkıyla gelecek nesillere aktaramayacaksanız o zaman ortaya çıkarmayın. Çünkü toprak sizden daha iyi koruyor. Sergilemek başka bir şey, koruyarak sergilemek başka bir şey. O yüzden ben bunun bir politika olması gerektiğini düşünüyorum. Özellikle bu coğrafya için çünkü çok fazla medeniyet var. Ve medeniyetlerden kalan çok şey var. Bu bir politika olmalı, strateji üzerine kurulmalı (ilerleyen dönemlerde yapay zeka koruması belki). Hali hazırda devam eden bir kazı alanı bu yönden de düşünülmeli. Ekonomik koşullar önemli tabii bunun için. Kazılara fon ayrılamıyor. Nasıl sağlanacak? Belki ilerleyen kültür turizmi stratejilerinde, arkeolojinin turizme olan katkıları düşünülerek bir takım politikalar, stratejiler ortaya çıkarılabilir. Belki öğrenciler taslak olarak ödevlerinde, projelerinde çalışabilirler. Ve bu bir stratejiye dönüşür (Mevcut durum Türkiye’nin kendi arkeoloji projelerini fonlamaya yetmiyor çünkü ülkede başka problemler var). Bu bir strateji, politika olmalı. Böyle bir bakış açısına sahip olunması gerekiyor. O yüzden daha rahat koşullara sahip olunması lazım. Zorlu süreçler aşıldıkça bunlara da sıra gelebilir. Görsel: Göbekli Tepe Çatı Formasyonu Göç kavramının arkeoloji ve turizmle olan ilişkisi ve tarihsel göçlerin bu alanlara etkilerini nasıl yorumlarsınız? Göç kavramını arkeolojik olarak Buzul Çağı, Paleolitik Dönem ve çok daha öncesinde avcı toplayıcı topluluklara; kuraklıkların yaşandığı, kıtaların bitişik olduğu ve yürünebilir dönemlere kadar bağlayabiliriz. Ancak ben uzmanlık alanım olan doktora tezimde M.Ö. 9. yüzyıldan 5. yüzyıla kadar tanımlanan; biraz demir çağını da içine alan, iki alan arasındaki iletişimi, etkileşimi anlatmaya çalıştım. Bu hep göç üzerindendi. Tarihte göçe çok rastlıyoruz. Örneğin Foça’nın gidip Marsilya’yı (Fransa) kurması. Buradaki Kolophon’un günümüzde Policoro olarak bilinen Güney İtalya bölgesine yerleşmesi… Dor göçleri, Ion Göçleri… Tarımsal arazinin azlığı, nüfus çokluğu bir göç sebebi. Limanın dolması, PaleoSmyrna’dan NeaSmyrna’ya geçiş. Nehirlerin limanı doldurarak kullanılabilirliğini bitirmesi. Oradaki ticareti baltalaması sebebiyle yeni bir limana göç. Günümüzde kolonizasyon daha güçlü bir milletin daha zayıf bir memleketin üzerine kurduğu bir baskı, onun kaynaklarından faydalanması, köleleştirmesi olarak tanımlanıyor. Ancak ben kendi tezimde gördüm ki, Arkaik Dönemdeki bu insan hareketliliğine ne göç demek doğru ne de kolonizasyon demek doğru aslında ALTERNATİF YURT ARAYIŞI, bir alan genişletme. Çünkü arkaik dönemden sonra bir metal arayışı var. Metal kaynaklarına doğru ilerleme ve bularak daha kuvvetli olma var. O kuvveti bulmak amaçlı. Başka bir alternatif yurt arayışı, Kolophon’un Lidya baskısından (emperyalist yayılımından) kaçarak Policoro’ya yönelmesi. Yani Kolophon kolonize etmiyor. Lidya’dan kaçıyor. Diğer bir örnek ise Foça’nın 6. yüzyılın ikinci yarısında Pers İmparatorluğu baskısından kaçarak tekrar Marsilya’ya doğru ilerlemesi, o arada Güney İspanya’da başka bir kurulum gerçekleştirmesi… Dolayısıyla iklim göçlerinin tarih çağlarından çok daha önce olduğu doğru. Şüphesiz şimdi de olacak. Belki de ufak ufak yaşanıyor bile. Marsilya’da, şehrin M.Ö. 600 civarında Foçalılar tarafından kurulduğuna dair plaket (Kaynak: Altan Altın) ‘Burada M.Ö. 600’lü yıllara doğru Grek Uygarlığının Küçük Asya’sı Foça’dan gelen denizciler karaya çıktı. Uygarlığı Batı’da ışıldatıp Marsilya’yı kurdular.’ Krizlerin arkeoloji ve turizme olan etkilerini ve bu alanlarda yapılacak kriz yönetimini nasıl yorumlarsınız? Krizi birçok şekilde ele alabiliriz. Ekonomik, iklim, savaşlar… Savaşlar da kriz içine alınabilir. Örneğin Suriye’de çok ciddi bir sıkıntı yaşandı. Oranın somut kültürel mirası ciddi bir yara aldı. Birçok yer yıkıldı. Antik Dönemde de krizler yaşandı. Tarihte bazı dönüm noktaları var. Pagan dönemden Hristiyanlığa geçiş gibi. Arap akınları gibi. Çok büyük savaşlar gibi. Örneğin, Bizans İmparatorluğu’nun çöküşü, Osmanlı İmparatorluğu’nun büyümesi ve İstanbul’un başkent olması gibi. Dönemin gereklilikleriyle fetihler gibi çok şey gelişiyor. Krizler her zaman zarar vermiyor. Koruma bilincini de geliştiriyor. Örneğin, Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettikten sonra kütüphaneleri ve mozaikleri korudu. Diğer bir örnek, İkinci Dünya Savaşı’nda eserlerin korunması, dehlizlerde saklanması, oradan oraya aktarılması… Krizler bazen ortak bilinç oluşturuyor, hoşgörüyü de kamçılıyor. Bazen de yok ediyor. Fatih Sultan Mehmet yıkmıyor. Kendi dinine göre şekillendiriyor. Olması gereken bu. Mozaiklerin üstü kapanıyor ama korunuyor. Kriz yönetimi için müzeler ve bakanlıklar birlikte strateji oluşturmalı ve toplumla birleştirilmeli. Katılım önemli. Ayasofya’da bulunan Bizans Dönemi’nden günümüze kadar korunmuş Apsis Mozaiği Turizmin eğitimsel yönü ve inanç turizmi gibi kavramların arkeolojik açıdan incelenmesini nasıl yorumlarsınız? İnanç turizminde eğitim çok yapılan bir şey. Hristiyanlar yurtdışından gelip 7 kiliseleri geziyorlar, öğreniyorlar. Sonra arkeolojiyle, sanat tarihiyle, kültürel mirasla birleştiriyorlar. Örneğin bizim katıldığımız Paestum’da (Güney İtalya) bir kültür turizmi fuarı var. Floransa’da da var. Oradaki yaptığımız gezilerde görüyoruz ki bir takım arkeoloji okulları var. Orada hem üniversite öğrencilerinin katıldığı gibi hem de küçük arkeoloji okulları var. O arkeoloji okullarında mesela emekli olmuş ancak arkeolojiyi bir tutku olarak gören meraklı yetişkinler var. Bir takım arkeoloji okullarına gidiyorlar. Tabii ki hedef arkeolog olmak değil ama içinde uhte kalmış diyebiliriz. İşte bu okullar buraya gezi yapıyorlar. Yunanistan’a, buraya. Ben onları çok gördüm. Burayı çok merak ediyorlar çünkü burası İyonya. Burası medeniyet beşiği. Biz seyahat acenteleriyle görüşüyoruz. Onlar teklif versinler ki o arkeoloji okulları buraya gelebilsin. Eğitime kültür turizmi anlamında bakıyoruz, 7 kiliseler gibileri ise inanç turizmi sayılabilir. Kültürü, eğitimi ve turizmi birleştirmek her zaman öğrenmeye açık insanları gezdirmek anlamına geliyor. Oradaki bilgiye açık, meraklı turistler, acenteye gidip beni Türkiye’de şuraya götür diyorlar örneğin. Onlar da bizimle iletişime geçiyor. Biz de Ticaret Odası olarak o yüzden fuarlara gidiyoruz. Biz de diyoruz ki siz arıyorsunuz biz de oyuz işte. Biz sizi bu istediğiniz turu düzenleyebilecek rehber bulabilecek size düzgün oteller sağlayabilecek acenteyi sağlayabiliriz. Amacımız kültürel mirasa olan özel ilgiyi, en iyi şekilde karşılamak ve yaşatmak. İzmir Ticaret Tarihi Müzesi Yönetmeni Dr. Ayşegül Selçuki Uysal Günümüzde oldukça yaygınlaşan Wellness (sağlık, iyi yaşam) turizmi ve arkeolojiyi nasıl bağdaştırırsınız? Wellness benim uzmanlık alanım değil ancak arkeoloji ve kültürel miras ile bağdaştırıyorum. Kentin de (İzmir) potansiyelini ve tarihçesini bildiğim için. Geçen kasımda Malta’da Akdeniz turizm fuarına katıldım. Orada da çalıştay masalarından birinde aynı şeyi konuştuk. Artık ülke bazında pazarlama pek yapılmıyor. Kentler kendi kendini anlatıyor. Kendi güzelliklerini ön plana çıkan özelliklerini ortaya koymaya çalışıyorlar, o yüzden bir hikayeye ihtiyaçları var. Tarihi de pazarlasanız fark etmez. Önce bir hikayeyi yaratıp insanları yakalamanız lazım. Biz bugün sağlık turizmini pazarlarken Asklepion’dan bahsediyoruz. Galenos’tan, Hipokrat’tan bahsediyoruz. Çünkü bu coğrafyanın insanları. Wellness sağlık turizminin bir parçası gibi. İyi yaşam, iyi beslenme. Ben bunu Balçova’daki kaynaklara bağlayacağım. Agamemnon Kaplıcaları. Agamemnon… Dünyaca bilinen Troya’ya savaş açan krallardan birisi. Savaştan sonra askerlerini burada tedavi ediyor. Ve ben şimdi Üçüncü Yaş’ı buraya çağırırken wellness ve tedavi için, iyi yaşam için sağlık için buraya gelin derken doğal olarak tarihçeyle bir hikaye kuracağım. Bin yıllardır kullanılması çok önemli. Ayrıca bunu İyonya felsefesine ve meditasyona da bağlayabiliriz. Felsefe okulları, meditasyon seansları… Düşünsel ve dingin geçirilen günlerin önemi binlerce yıl önce vurgulanmış… İzmir Ticaret Tarihi Müzesi’nde bulunan 18. Yüzyılda İzmir Modellemesi Son olarak da sınır çalışmaları ve arkeolojinin birbiriyle olan bağlantısı hakkında ne düşünüyorsunuz? Biz Ege Bölgesinde İzmir’in UNESCO’da başka kültürel miraslarıyla da ana listeye geçmesini arzu ediyoruz ve bu yönde birçok katkı sunan kurumlar var. Dolayısıyla biz İzmir’i çevresiyle değerlendirmeye çalışıyoruz ve buna mecburuz. Çevrelerinde UNESCO dünya miras listesinde hali hazırda var olan kentler ile iletişime geçtik. Yani bir UNESCO listesinde olan kent, aday kente destek olabilir mi? Evet olabilir. Çünkü antik dönem arkeolojik olarak günümüzde de sınırları olmadan değerlendirilmeli. Bir bütün olarak değerlendirilmeli. Ege Bölgesi’nde geçiş vardı. Şimdide arkeoloji kültür ve bu alanların pazarlanması sınırlanmadan değerlendirilmeli. Örneğin İzmirli Aristides’in hastalık hastası olduğunu ve Bergama’da şifa bulduğunu biliyoruz. Bu bir geçiş. Bu aslında illerin arasındaki sınırları kaldırıp tarihsel bütünlüğü kuran bir şey. Bu ülkeler arasında da var. Bütünsel rotalar çıkarılması gerektiğini ve maddi olarak da bu şekilde kar edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Örneğin Truva, Agamemnon aracılığıyla bile İzmir’e bağlı. İzmir Ticaret Müzesi Yönetmeni Dr. Ayşegül Selçuki Uysal’a sorularımı yanıtladığı için teşekkür ediyorum. Günümüzde iklim değişikliğinden krizlere dünyada birçok etkin gelişmeye şahit olurken; bu kavramların arkeoloji, turizm ve kültürel miras bağlamında incelenmiş olması oldukça değerli. Özellikle belirtildiği üzere ülkemizin ‘Medeniyetler Beşiği’ olarak tanımlanıyor olmasının sürdürülebilirliğine belki de bu sorulara verilen yanıtlar katkı sağlayacaktır.
Titanic Luxury Collection Bodrum’da bayram coşkusu